mayıs 97



OTUZBİRDEN KAÇILMAZ
İşim vardı... Çok işim vardı... Çok acil işim vardı... Fakat kendimi fikfik düşüncesinden alıkoyamıyor, fikimin dayanılmaz bir basınçla zonk zonk zonklamasına engel olamıyordum... Gönül isterdi ki silkineyim, kendime mukayyit olup işime gücüme bakayım. Ne de olsa ödemem gereken bir kiram ve yaşatmama gereken bir bedenim vardı. Fakat heyhat... İnsan, elinin altında taş gibi bir barrak bulunduruyorsa zihnini fikfikten arındırması kasil mi?.. Siz onu zihninizin ücra bir köşesine ne denli büyük bir güçle sıkıştırırsanız, o da, tıpkı bir yay gibi, o denli büyük bir güçle tekrar üzerinize atlıyor. Üstelik onu altettiğininizi düşünerek ona arkanızı döndüğünüz anda... İşte ben de böyle boş bir anımda ne yaptığımı sorgulamaya bile vakit bulamadan elimi fikime atmış bulundum. El fike değmeye görsün, artık geri dönüşten söz etmek dahi anlamını yitirir. Zira artık baraj yıkılmış, azgın sular bildik yatağında gürleyerek ilerlemeye başlamıştır. Günlerdir insan eli değmediği için iyice vahşileşmiş olan fikim gövdesine dokunulur dokunulmaz, mahmuzlanan bir rodeo atı gibi çılgına dönmüş bir halde her biri on iskeleti tuzla buz edebilecek güçte çifteler savurarak zihnimde fırtınalar estirmeye ve sırtında oturan zavallı benliğimi hoplatıp zıplatmaya başladı. Böylesine yabanıl bir barrağı zaptatmenin tek yolu onu kafasının hemen alt tarafından sıkıca kavramak ve sıvazlayarak attırmasını sağlamaktır. Onu boğazından yakaladığım gibi aşağı doğru çekmeye başladım. Bana tüm gücüyle karşı koyuyor, ben onu aşağı çektikçe o kafasını daha bir kuvvetlice yukarı kaldırıyordu... Bir süre bu şekilde mücadele ettikten sonra onu ritmik bir şeklide sıvazlamaya başladım. Delirmişti... Elimden bırakıversem duvarları devirecek, evi başıma yıkacaktı sanki... Buna mukabil ben de az güç sarfediyor değildim hani... Harcadığım konsantrasyon ve kol gücü nedeniyle kötümden şıpır şıpır ter damlıyordu. Fakat yenilmeyecektim! Bu güne kadar asla yenilmemiştim ve bu gün de yenilmeye niyetim yoktu... Kendimi toparladım ve sağladığım son konsantrasyonla sıvazlayış ritmini hızlandırdım. Evet, evet... Sonu yaklaşıyordu. Dizginlerine asılmama çılgınca karşı koyuyor fakat uçuruma doğru koşmaktan kendini alıkoyamıyordu... Evet... Daha hızlı... Daha hızlı... Dah... O... O-o... Oğ! Bir! İki! Üç! Dört! Beş!.. Altı... Yedi... Sekiz... Her zaman sayarım... Dokuz... On... On bir... Nasıl da hemen eğiverdi boynunu... On iki... Artık ne onun şahlanışı kalmıştı ne de benim konsantrasyonum... Ölü gibi serilmiştik... Ama yeni kesilmiş ölü bir koyunun titremeyi sürdüren kasları gibi son bir kez daha attırdı... On üç... Sandalyeye yığıldım... Az önce arkamdan üzerime atlayan fikfik düşüncesi şimdi benden fellik fellik kaçıyordu... Duvarları seyrettim... Duvar kağıtlarının desenlerini... Kartonpiyerlerin kabartmalarını... Ben bişey yapacaktım... Neydi... Neydi... Haa, işim vardı benim!.. Çok işim vardı!.. Artık fikim zonklamadığına göre işime bakabilirdim... Ama gel gör ki öyle rahatlamıştım ki kafamı duvarları seyretmekten daha karmaşık bir konuya yöneltecek enerjiyi toparlayamıyordum. Biraz televizyon izleyip güç toplamaya karar verdim. Şu anda tek umudum biraz olsun kendime gelmek ve tekrar fiki tutmadan önce az da olsa çalışabilmek...
---Muzdarip Memo

mayıs 1997 > l-manyak sayı 17