temmuz 99




Bir Zikefın KiNG klasiği
DÖMELEN ÖLÜNÜN İNTİKAMI

Maine eyaletinde son kırk yılın en sıcak yaz mevsimi yaşanıyordu. Beyinleri kavuran sıcak Sicktown kasabasında sinirleri gerdikçe geriyordu. Yaşlı Chük’e bakılırsa bu sıcak hayra alamet değildi. Bundan kırk yıl önce yine böyle sıcak bir günde; küçükken çiftçinin birine kabağı yardırdıktan sonra ortadan kaybolan İbiny Topsmith, kalınlaşmış ve morarmış bir barrakla aniden çıkagelip kasabanın yarısının kestaneyi çizivermişti. Gerçi yaşlı Chük bu hikayeyi kötünü ovuştura ovuştura hergün anlattığı için kimsenin ona kulak astığı yoktu ama hiç biri de havadaki bela kokusunu inkar edemiyordu.

Fiktor Tashakson deli gibi terliyordu. Terler başından sırtına, sırtından kötünün arasına, oradan daşşaklarına süzülüyor, daşşakları cayır cayır kaşınıyordu. Fakat Fiktor fikine dokunmaya bile ceasret edemiyordu. Çünkü davul gibi gerilmiş, zonk zonk zonklayan fikinden yayılabilecek en ufak bir haz dalgası, başlamaması gereken bir otuzbir sürecini başlatabilirdi. Oysa ki otuzbir yıl önce, Kötherina’nın alevler içindeki dömelmiş kötünü görmeden önce, ne otuzbirler çekmişti bu fikle. Kötherina’ya öylesine aşıktı ki geceleri onun kasesini düşünerek sağa sola dönüyor, ancak donuna attırdıktan sonra uyuyabiliyordu. Annesi Fiktor’un sarı donları karşısında kara kara düşünmüş, sonunda kocasına oğluyla bu konuda konuşması gerektiğini söylemişti. İyi bir aile babası olan Daltarock Tashakson da bir gün elinde bir porno dergiyle Fiktor’un odasına gelmiş, “Hey Fiky, artık tuvalette otuzbir çekmenin vakti geldi evlat, sarı donlarını çitilemekten annenin elleri yara olmuş” demişti. Fiktor dolabın derinliklerinden titreyen parmaklarla o eski dergiyi çıkardı. “Kötten Fikiş Özel Sayısı...” Dev barraklı zencilerin abandıkları o kötlere yüzlerce kez attırmıştı Fiktor. Oysa otuzbir yıldan beri ne otuzbir çekebiliyor, ne de derginin kapağını açabiliyordu. Çünkü her otuzbir girişiminde Misis Mendebour’un üzerine önce benzin döktüğü, sonra da yanan kibrit fırlattığı Kötherina’nın zavallı kötü gözlerinin öünden gitmiyordu. Pekala kurtarabilirdi onu. Ama hiçbir şey yapmamıştı. Çünkü o anda deliğinden baktığı kapını eşiğine attırmakla meşguldü. Ve şimdi ne zaman fiki kalksa aşık olduğu o muhteşem köt tekrar alev alıyor, Fiktor yine hiçbir şey yapmadan attırmak korkusuyla otuzbir yıldan beri otuzbir çekemiyordu. Ama işte şu an Fiktor terliyor, fiki zonkluyor, dergi parmaklarının arasıda açılmayı bekliyordu.

Kötherina göremezdi. Çünkü gözlerinin olması gereken yerde otuzbir yıldan beri toprak doluydu. Ama Kötherina biliyordu. Biryerlerde zonklayan bir şey vardı. O şeyin her zonklayışı ruhundaki nefreti katlıyor, büyüdükçe büyüyen nefreti kötündeki barrak arzusuyla birleşip ona, o zonklayan barrağa yönelmesi iradesini kazandırıyordu. Aslında annesinin sözünü dinlememiş olsa burada olamayabilirdi. Annesi açık konuşmuştu: “Beni iyi dinle Köthy, okuldaki arkadaşlarına vurdurmak için yanıp tutuştuğunu baban da ben de biliyoruz. Ama henüz onaltı yaşındasın ve Sckenmenson ailesini onurunu lekelemeni istemeyiz. Baban; onsekiz yaşına gelmeden herhangi bir yerine barrak soktuğunu duyacak olursa seni mirasından mahrum edeceğini söyledi birtanem...” Eğer anne babası onun damcuğunu ve kötünü bu kadar önemsemeselerdi, o da onsekizinci yaşgünü “Yardırma Günü” diye iple çekmeseydi, yaşgünüde okulun fırlamaları Sock, Bash ve Malack’a soyunma odasında vurduracağı öğretmenleri Misis Mendebour’un kulağına kadar gitmeseydi, belki de şu anda, eskiden damcığına girip çıkmaktan başka bir işe yaramamış olan parmaklarıyla, bir zamanlar memeleri olan göğsünün üstündeki toprakları kazıyor olmayacaktı.

Misis Mendebour uçsuz bucaksız bir çayırda yürüyordu. Çevresini kelebekler, mis kokulu çiçekler sarmıştı. Aniden çıplak olduğunu farketti. O anda çayırdaki otlar alevlere dönüşerek, kötünden girip damcuğundan çıkmaya başladılar. Ter içinde uyandı. Otuzbir yıl önce, o fikişkenleri cehennem ateşiyle cezalandırdığından beri bu kabusu görmüyordu. Ama işte otuzbir yıl sonra, şu kahrolası sıcaklarla birlikte kabuslar da tekrardan başlamıştı. Herhalde dünyadaki bütün fikişkenleri Sckenmenson’ların kızı ve onun üç vurucusu gibi yakmadan huzura kavuşamayacaktı. O kızdaki fikişkenliği çok erken farketmiş, ailesini de durumdan haberdar etmişti. Fakat kız öyle azgındı ki sürekli uyarmak gerekiyordu: “Eteğini ört Köthy!..” “Kıllarınla oynama Köthy!..” “Çıkar o kalemi Köthy!..” “Parmaklarını kurula Köthy!..” Ne olurdu ki bütün kızlar kendisi kadar çirkin olsaydı da erkeklerin fiki asla kalkmasaydı... Kendisine sorsanız böyle söylerdi Misis Mendebour. Ama aslında o çirkin suratı, o sarkık memeleri, o tahta kötü ve buruşuk damcığı öyle bir barrak arzusuyla yanıyordu ki, o bunu tüm barrakları yakması gereken cehennem ateşi sanıyordu. Kalktı, dışarı çıktı ve elinde benzin bidonuyla damındaki ateşin onu sürüklediği yere doğru ilerlemeye başladı...

*   *   *

O gün Fiktor öğle yemeğini yerken Sock, Bash ve Malack gelip masasına oturdular. Sock “Hey, romantik çocuk” dedi, “Birazdan soyunma odasında seninkine tesisatı döşiycez, sen de gelsene..” Sonra üçü birden kahkahalarla gülerek uzaklaştılar. Fiktor, biricik aşkının üç tane dallamaya dömelecek olmasından dolayı hafiften bir kıskançlık hissettiyse de Köthy’nin damcığının barrakları fiilen alışını görmek düşüncesi onu öyle heyecanlandırdı ki yemeğini bırakıp onların arkasından seğirtti...

*   *   *

Sicktown Mezarlığı’nda kötü kabak, damı tabak gibi bir iskelet ilerliyordu. İçlerindeki barrak arzusu sayesinde damı ve kötü çürümeden kalmışlardı. Aniden durdu.. Önündeki üç mezar sanki onu tutuyor, ondan bir şey istiyorlardı. “Bizi de al Köthy... Bizi de götür Köthy...” Köthy ilerledi. Üç mezarın üzerinden geçerken kabarmış damından sızan sular ayaklarından süzülüp mezarların toprağına karıştı. Köthy Sicktown’a doğru ilerlerken mezarlıkta üç barrak zonklamaya başlamıştı...

Fiktor sağ eliyle barrağını hafif aşağı doğru çekiştiriyor, sol eliyle de derginin sayfaların çeviriyordu. “Komşunun kızıyla karısın üst üste koydum” başlıklı bir öykü vardı ama resimlerin öyküyle ilgisi yoktu. Resimlerde bir zenci, kar gibi bembeyaz bir kızı evire çevire fikiyordu. Fiktor için o kız Kötherina’dan başkası değildi ve her pozisyonda alev alev yanıyordu. Güneş Fiktor’un beynini, dergi fikini, alevler ise ruhunu kavuruyordu. Dergiyi bırakıp mendiliyle yüzünü sildi. Mendilini indirdiğinde öyle korktu ki kasılan eli nerdeyse fikini koparacaktı. Tam önünde mumyalaşmış bir iskelet dömelmiş, başını çevirmiş ona bakıyordu. “Kö Kö Köth?..” diyebildi. Onun Köthy olduğundan emindi çünkü bu kötü nerde olsa tanırdı. Köthy “Haydi Fiktor” dedi. “İkimizin de istediği bu... Haydi sok Fiktor... Sok...” Fiktor hayal mi gördüğünü bilememeksizin deli gibi korkuyor, ama fiki de deli gibi zonkluyordu. Bu karmaşık duygular içinde iradesi uçup gitti, Köthy’nin büyülü sesine boyun eğdi. Kalktı, tutup yavaşça kafasını soktu. Omurga ve kaburgalardan tutup aniden kökledi. Köthy’nin takırdayan çenelerinin arasından bir çığlık kopuverdi.

Misis Mendebour çığlığın geldiği yöne baktı. Güneşin ve damcığının alevleri arasıda kalan beyni pişmiş, mantık devreleri yanmıştı. “Yine o küçük fikişken!” dedi, Fiktor’un evine yöneldi.

*   *   *

Sock, Bash ve Malack, dömelmiş inildeyen Kötherina’nın önünde fiklerini avuçlamış tartışıyorlardı. Bash “Niçin yazı tura atmıyoruz?” dedi. Sock sırıttı “Çünkü ilk ben sokmak istiyorum da ondan, ahmak!” Tartışmayı Köthy’nin sabırsız sesi noktaladı: “Çabuk!.. Üçünüz birden sokun!.. Çabuk!..” Fiktor ikisinin arkadan, birinin önden Köthy’te yaklaşmalarına bakarken, dolapların arkasında bir karaltı farketti. Elinde benzin bidonuyla bekleyen Misis Mendebour’du bu! Fiktor onun niyetini hemen anladı ama artık çok geçti. Misis Mendebour bir hamlede dolabın üzerine fırladı, şaşkın barrakların ve kasenin üzerine benzini boca ediverdi, kibriti çaktı ve Köthy’nin kötüne attıktan sonra kahkahalar atarak arka kapıdan kaçtı. Fiktor yerinden kıpırdayamıyor, çünkü gözü anahtar deliğine yapışmış attrıma öncesi telaşı içinde çılgınca fikini sıvazlıyordu. Atmıklarını eşiğe boşaltıp da bakışları tekrar anlam kazandığında ise az önce alevler içinde bağırarak duvarlara, dolaplara çarpan fikişkenler, çoktan cansız yere uzanmışlardı. Oradan koşarak kaçtı. Yangından sonra yargılanan Misis Mendebour’un aleyhinde tanıklık edip, delil yetresizliğinden beraat etmesini bile engeleyemedi. Çünkü evde fikini duvarlara vurup ağlamakla meşguldü...

*   *   *

Misis Mendebour Fiktor’un evine çepeçevre benzini döktü. Açık kapıdan girdi. Yerleri, eşyaları ve ölü kızı düdükleyen Fiktor’un etrafını da benzinledi. Fiktor olanları görüyor ama gidip gelmeye devam etmekten kendisini alamıyordu. Misis Mendebour odanın ortasıda durup kibriti çaktı. Tam yere atacakken uzanan bir iskelet el, onun elini kavradı ve arkaya çevirdi. Misis Mendebour üç fikicinin mumyalaşmış suratları ve taşlaşmış barraklarıyla karşı karşıya geldi. Bash “Yazı tura mı atacağız?” diye sordu. Sock “Hayır” dedi. “Aynı anda sokacağız.” Misis Mendebour’u hemen dömelttiler. Malack kuru köte, Bash de buruşuk damcığa daldırdılar. Misis Mendebour bağırmak istiyor, fakat Sock’un barrağı buna engel oluyordu. Sock’un bacakları arasından el yordamıyla kibrit kutsun arayıp buldu. Telaşla açıp içinden birkaç kibrit çöpü çıkardı. O anda Fiktor böğüre böğüre attırmaktaydı. Barrağı yiyince nefreti sönen Kötherina huzura ermiş, tam bir ceset gibi yere yığılmıştı. Misis Mendebour kibriti çakarken Fiktor fikini Köthy’nin damından sıyırdı. Koşarak kendini mutfak pencersinden dışarı attığı anda bütün ev alev alıp yanmaya başladı. Misis Mendebour cehennem ateşiyle sonunda başbaşa kalmıştı.

Yangından sonra Fiktor’un evinden fikiş halinde beş ceset çıkınce tüm kasabalılar şaşırdı. Ne de olsa Fiktor’u yılların otuzbircisi biliyorlardı. Yaşadığı o korku dolu birkaç saat içinde şakakları beyazlayıp kötünün kılları kadayıf olan Fiktor delil yetersizliğinden beraat ettiği kundakçılık davasından sonra Sicktown’dan Döllas’a taşındı. Büyük bir porno dergi kolleksiyonu oluşturdu. Ara sıra dergilerini bir yana bırakıp Kötherina’nın kötünü düşünerek otuzbir çekmeyi de ihmal etmiyor



temmuz 1999 > l-manyak sayı 43