temmuz 98




MİDAS'IN BAŞŞAKLARI FİL BAŞŞAKLARI


Bir varmış, bir yokmuuş... Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben fikimi başşağımı lımbır lımbır sallar iken ülkelerden bir üykede fikişkin mi fikişkin bir halk yaşarmış. Lakin bu mutlu mu mutlu halkın başında mutsuz mu mutsuz bir kıral varmış. Kral Midas'ın (hani şu eşşek kulaklı olan) derdi büyükmüş. Midas'ın başşakları fil başşaklarıymış. Midas, üç arşın boyundaki bu kıllı, buruşuk dev torbadan öyle utanır öyle utanırmış ki kimselere görünmez, ülkeyi şatonun kulesinden bağırıp emirler vererek yönetirmiş. Ve tabi tahmin ettiğiniz gibi karı kız yüzü gördüğü, mala vurduğu yokmuş. Paso otuzbir takılıyomuş. "Savaş hazırlığı yapın, sınıra asker yığın", tak bi posta... "Vergileri arttırın" tak iki posta... Velhasıl sabah akşam sıvazlıyormuş. Bir gün yine pencere pervazında oturmuş bir yandan sıvazlayıp diğer yandan "Daaammm. Daaamm.." diye inildenirken vezir gelmiş. "Kıralım" demiş, "son zamanlarda halk arasında bir huzursuzluk baş gösterdi. Hiç mala vurmuyorsunuz, karıya kıza bakmıyorsunuz diye hakkınızda söylenti çıkarmışlar. Sizin için şöyle böyle diyorlar, hipna diyorlar, top mop diyorlar."... Midas bir kadına başşaklarını göstermektense top diye nap salmaya çoktan razıymış. "Nolmuş ki yani, hipnalar da insan. Bir hipna memleketi yönetemez mi sanki?" demiş. Vezir "İyi de devletlüm" demiş, "halk sanırım memleket için değil, top kıralın parlak kötü için ayaklanmak niyetinde..." Bunu duyan Midas'ı bir köt korkusudur almış. Kestaneyi çizdirmemek için kara kara düşünmeye başlamış. Aslında salsa şovalyeleri damına kodumun halkının üstüne hepsi pısar otururmuş ama içinden bir ses böyle yapmamasını, belki de bu iş sayesinde otuzbirden kurtulup şaane bi manitaya tıklatabileceğini fısıldayıp duruyormuş. Kendi kendine "Artık sokuş bana farz oldu. Madem sokacağız, başşağı göstermeden sokarız" demiş. Ertesi sabah veziri çağırmış "Hemen dört bir yana haber salına, ülkenin en domalgan kızı buluna. İşte ben onunla evleneceğim" demiş. Hemen dört bir yana haber salınmış. Domalmayı çok seven, hep ama hep domalan, illa bu sefer ben üste çıkayıh, yok ağzıma alayım, elimle tutayım demeyen bir hatun bulmuşlar. Midas'la baş göz edivermişler. Söylentiler durulmuş, halk yatışmış. Ve ardadan bir müddet geçmiş.

Geçen bu süre zarfında Midas ne zaman fiki doğrultsa hatuna haber salar, hatun domalıp bekler, Midas da arkadan yanaşıp başşağı sergilemeden dam senindi köt benimdi şaklatıp şaklatıp gidermiş. Midas -safım benim- kabağı yardırmaktan kurtulmanın sevinci ve yıllar süren abazanlıktan sonra mala vurmanın kıvancı içerisinde öyle mutlu öyle mutluymuş ki gözü hiç bir şey görmüyormuş. Manitanın, bakmasa bile, kötünde şaklarken yeri göğü inleten bu başşakların en az üç arşın boyunda olduklarını tahmin edebileceğine uyanmamış. Hele kendisi neşeyle hep aynı pozisyona talım ederken hatunun hep aynı barrağı yemekten sıkılabileceği aklına bile gelmemiş. O mutlu mutlu kaseye abanırken kadıncağız meğer daha kalını olsaydı, daha incesi olsaydı, yok damarlısı pütürlüsü olsaydı diye bin bir fantezi kurarmış. Kurarmış da artık kocacığına sadakatten mi, yoksa koskoca kıraldan tırstığından mı bilinmez, gidip de başkalarına domalamazmış. Fakat içindeki barrak arzusu da günden güne büyümüş, rahatsız edici bir hal almış. Hatun ne yaptıysa olmamış. Gitmiş bir kuyuya "Barrak istiyoruuum!.. Barrak istiyoruuum!.." diye bağırmış ama bu da kar etmemiş. Eğamuna koyayım, damcık bu, torma değil ki büzesin... Sonunda dayanamamış, ona buna patlattırmayı başlamış tabi ki...

Vurdurdukça vurduruyormuş, vurdurdukça vurduruyormuş. Önce vezire vurdurmuş. Sonra saray erkanı, daha sonra ordu mensupları, erbaş ve erler, mutfak görevlileri, çiftçiler, köylüler diyerek ilerlemiyi sürdürmüş. Uzunundan kısasına, bozundan alacasına türlü türlü barrak yiyormuş. Barraktan yana şikayeti yokmuş amma kötünde gümleyen Midas'ın başşakları gibisine de hiç birinde rastlıyamıyormuş. Vurdurduğu eleman orgazm cigarası esnasında "Eee, nasıldı?" diye sorduğunda "Valla iyiydi ama başşakların Midas'ın başşaklarıyla boy ölçüşemez. Midas'ın başşakları fil başşakları.." diye yanıtlıyormuş. E, tabi bir süre sonra bütün ülke Midas'ın başşaklarını konuşur olmuş. Ünü yayıldıkça yayılmış. Midas garibim, her şeyden bihaber neşe içinde kaseye abanmayı sürdürürken günün birinde komşu ülkenin kıralından bir mektup gelmiş. Zarfın üzerinde aynen şöyle yazıyormuş: "Aslan Yürekli Rişar'dan Fil Başşaklı Midas'a"...

Midas böylesine özenle sakladığı sırrını allahın yabancı ülkesinden gelen mektupta görünce şok olmuş. İlk şoku atlattıktan sonra her şeyin hatunun başının altından çıktığını öğrenince derin bir kedere gömülmüş. "Her şey" demiş, önce benim sonra onun sokuş merakımızdan kaynaklandı. N'olurdu ki sanki elimdekiyle yetinip o elimdekini illa bir yere sokmak çabasına girmeseydim... Otuzbire kanaat etmeyenin cezası buymuş demek"... O günden sonra kabağı yardırmak pahasına da olsa hatunu saraydan yollamış. Devlet işlerini vezire devretmiş, kendisini de tamamen otuzbire vakfetmiş. Fikinin doğrulduğu her vakit "Ah madem işler buraya varacaktı, bari keşke ağzına da vereydim, eline de vereydim, çalavdan gıravdan yiyeydim" diye sıvazlar olmuş...

Derler ki o diyarlarda Midas'ın Ruhu hâlâ otuzbir çeker, Ormanda rüzgar "Daaaamm... Daaaaammmm..." diye eser, dereler "Şak şak şakada şak şuk" diye akar imiş...

temmuz 1998 > l-manyak sayı 31